Yusuf Tekin'in İfadeleri - Eğitim Politikası Mercek Altında
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in açıkladığı eğitim politikaları, "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" ile beceri odaklı, bütüncül bir dönüşüm vaat ediyor. Ancak bu vizyon, öğretmen atamalarındaki mülakat ısrarı, liyakat tartışmaları ve sahadaki uygulama zorluklarıyla gölgeleniyor. Yeni müfredatın felsefesi ile LGS/YKS gibi merkezi sınavların yarattığı baskı arasında derin bir çelişki bulunuyor. Sık yapılan değişiklikler ve paydaş katılımının etkinliğine dair şüpheler, reformların başarısı önündeki temel engeller olarak öne çıkıyor ve eğitim camiasında güven sorununu derinleştiriyor.
ARAŞTIRMA
Ozan Ali Arslan
6/27/20256 min read




Eğitimde Yeni Rota: Bakan Tekin’in Politikaları Mercek Altında – Vaatler, Gerçekler ve Çelişkiler
Türkiye'nin eğitim sistemi, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in liderliğinde kapsamlı ve bir o kadar da tartışmalı bir dönüşüm sürecinden geçiyor. "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adıyla sunulan yeni müfredattan öğretmen atamalarındaki mülakat ısrarına, mesleki eğitimin yeniden yapılandırılmasından zorunlu eğitim süresinin masaya yatırılmasına kadar atılan her adım, eğitim camiası ve kamuoyunda derin yankılar uyandırıyor. Bakan Tekin, her fırsatta politikalarının katılımcı bir anlayışla, öğretmenler ve uzmanlarla istişare edilerek şekillendirildiğini vurgulasa da, sahadan gelen geri bildirimler, niyetler ile uygulama gerçeklikleri arasında önemli farklılıklar olduğunu gözler önüne seriyor. Bu kapsamlı yazı, Bakan Tekin'in politika beyanlarını, uzman ve öğretmen görüşleri ışığında analiz ederek, Türkiye'nin eğitimdeki yeni rotasının ardındaki vaatleri, zorlukları ve temel çelişkileri mercek altına alıyor.
Yeni Müfredat: Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin Parlak Vizyonu ve Uygulama Zorlukları
Bakanlık tarafından sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli (TYMM), "yetkin ve erdemli insan" yetiştirme hedefiyle yola çıkıyor. Ezbercilik yerine analiz ve eleştirel düşünmeyi merkeze alan, milli ve manevi değerleri eğitim sistemine entegre etmeyi amaçlayan bu model, kağıt üzerinde çağdaş eğitim felsefesiyle uyumlu bir vizyon sunuyor. Bakan Tekin, modelin belirli aralıklarla "katılımcı bir mantıkla" revize edileceğini belirterek dinamik bir yapı taahhüt ediyor. Hatta model, OECD ve PISA gibi uluslararası platformlarda "birçok ülkeye örnek gösterilebilecek bir model" olarak övgü topluyor. Ancak bu parlak tablo, sahanın gerçekleriyle karşılaştığında farklı bir renk alıyor. Eğitim uzmanları, Türkiye eğitim sisteminin en kronik sorunlarından birinin "çok sık müfredat değişikliği" olduğunu belirterek, bu durumun istikrarsızlık yarattığını ve hiçbir metodolojinin tam olarak uygulanıp sonuçlarının gözlemlenmesine izin vermediğini vurguluyor. Öğretmenler, yeni modele uyum sağlamak için kapsamlı mesleki gelişim programlarına ve fiziksel sınıf koşullarının iyileştirilmesine ihtiyaç duyulduğunu, aksi takdirde en iyi niyetli reformların bile teoride kalmaya mahkum olacağını dile getiriyor. Ayrıca, modelin değerler eğitimini ele alan "Erdem Değer Eylem Modeli"nin, ana çerçeveye organik olarak bağlanmak yerine bir "eklenti" gibi durması ve aşırı detaylı yapısıyla "değer yorgunluğuna" yol açabileceği eleştirileri de dikkat çekiyor.
Katılımcılık Söylemi ve Mülakat Gerçeği: Güven Krizi Derinleşiyor mu?
Bakan Tekin, attığı her adımın "Öğretmenler Odası Toplantıları"nda paydaşlarla istişare edilerek kararlaştırıldığını ve öğretmenlerden politikalara yönelik "pozitif geri dönüşler" aldığını sıklıkla ifade ediyor. Bu katılımcılık vurgusu olumlu bir adım olarak görülse de, sahadaki algı bu söylemle tam olarak örtüşmüyor. Özellikle öğretmen atamalarında uygulanan mülakat sistemi, bu çelişkinin en somut örneğini oluşturuyor. Bakan Tekin, mülakatların kamera kaydı ve yazılı tutanak gibi çok sayıda güvenlik tedbiriyle "aleni" bir şekilde yapıldığını ve şeffaflığın sağlandığını savunuyor. Ancak öğretmen sendikaları ve on binlerce aday, süreci "kayırmacılık" ve "keyfilik" ile ilişkilendirerek adalet ve nesnellik konusunda ciddi endişeler taşıyor. Cumhurbaşkanı'nın mülakatları kaldırma vaadine rağmen uygulamanın devam etmesi, sisteme olan güveni derinden sarsıyor. Bakanlığın bu yıl son kez uygulanacağını açıkladığı mevcut mülakat sisteminin yerine getirmeyi planladığı "Milli Eğitim Akademisi" ise yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemiş durumda. Sendikalar ve uzmanlar, bu akademinin öğretmen seçimini daha da merkezileştirerek siyasallaşmaya ve liyakatten uzaklaşmaya yol açabileceği, eğitim fakültelerinin rolünü işlevsizleştireceği yönünde güçlü bir muhalefet sergiliyor. Dolayısıyla, mülakat sorununa çözüm olarak sunulan akademi, sorunu çözmek yerine çekişme alanını değiştiren yeni bir yapısal probleme dönüşme riski taşıyor.
Sınav Sistemi ve Süreç Odaklı Değerlendirmenin Çelişkisi
Yeni Maarif Modeli'nin en iddialı hedeflerinden biri, "sonuç odaklı" ölçme sisteminden "süreç odaklı" bir değerlendirmeye geçmek. Bu yaklaşım, öğrencinin sadece sınav notunu değil, bir bütün olarak gelişimini, projelerini ve derse katılımını izlemeyi hedefliyor. Bu, ezbercilikten uzaklaşarak üst düzey düşünme becerilerini geliştirmeyi amaçlayan modern bir pedagojik adımdır. Ancak bu ilerici felsefe, Türkiye'nin LGS gibi yüksek riskli merkezi sınav gerçeğiyle çarpıştığında anlamını yitiriyor. Öğretmenler, merkezi sınavlarda yer almayan derslerin önemsizleştiğini ve öğrenci motivasyonunun düştüğünü belirtiyor. Sınav baskısı devam ettikçe, okulların ve öğrencilerin bütüncül gelişim yerine dar bir sınav hazırlığına odaklanmak zorunda kalması kaçınılmaz görünüyor. Bu temel çelişki çözülmediği sürece, süreç odaklı değerlendirme yaklaşımının tam potansiyeline ulaşması mümkün görünmüyor. LGS sınavının güvenliğiyle ilgili yaşanan sorunlar da bu gerilimi besliyor. Sınav devam ederken bir soru kitapçığının sosyal medyada paylaşılması, Bakanlığın "güvenliği riske atacak bir durum yok" açıklamasına rağmen, kamuoyunda ve öğrencilerde ciddi bir güven bunalımına ve kaygıya yol açtı. Bu olay, sınav güvenliğinin sadece teknik önlemlerle değil, aynı zamanda kamuoyunun güvenini tesis etmekle de ilgili olduğunu bir kez daha gösterdi.
Mesleki Eğitimden Zorunlu Eğitim Süresine: Yapısal Tartışmalar
Bakanlık, mesleki ve teknik eğitime özel bir önem atfediyor. Stajyerlere ödenen ücretler, sigorta imkanları ve sektörle yapılan işbirlikleri sayesinde çırak ve kalfa sayısında ciddi bir artış yaşandı. "Proje okul" modeliyle sektörün ihtiyaçlarına yönelik nitelikli eleman yetiştirilmesi hedefleniyor. Bu adımlar, işgücü piyasasının taleplerini karşılama potansiyeli taşıması açısından olumlu karşılansa da, proje okullarındaki atama süreçlerinin şeffaflık ve liyakat ilkelerinden uzaklaştığı, siyasi ve sendikal kayırmacılığa zemin hazırladığı yönündeki eleştiriler de giderek yükseliyor. Bir diğer yapısal tartışma ise zorunlu eğitim süresi üzerine yaşanıyor. Bakan Tekin, Türkiye'nin ortalama okullaşma süresinde OECD ortalamalarını aştığını belirterek 12 yıllık zorunlu eğitimin yeniden tartışılabileceğini gündeme getirdi. Ancak OECD verileri, Türkiye'deki toplam zorunlu öğretim saatinin aslında OECD ortalamasının altında olduğunu gösteriyor. Bu durum, temel bir politika değişikliği için sunulan gerekçenin istatistiklerin seçici yorumuna dayanabileceği endişesini yaratıyor. Eğitim uzmanları, sistemde istikrarsızlık yaratabilecek bu tür temel yapısal değişiklikler yerine, mevcut 12 yıllık sistemin kalitesini artırmaya odaklanılması gerektiğini savunuyor.
Okulun Gündelik Sorunları: Kıyafet ve Temizlik
Büyük politika tartışmalarının gölgesinde, okulların en temel sorunları da çözüm bekliyor. Okul kıyafetleri konusunda Bakanlık, velilere ek maliyet getirilmeyeceğini ve 4 yıl boyunca kıyafetlerin değiştirilmeyeceğini taahhüt etse de, tek tip kıyafet uygulamasının öğrencilerin bireyselliklerini kısıtladığı ve sosyoekonomik farklılıkları daha görünür kılabileceği tartışmaları devam ediyor. Daha acil bir sorun ise okullardaki temizlik ve güvenlik personeli eksikliği. Tasarruf tedbirleri kapsamında Toplum Yararına Program (TYP) çalışanlarının sayısının ve çalışma günlerinin azaltılması, okullarda ciddi bir hijyen sorununa yol açtı. Sendikalar, birçok okulda öğretmenlerin ve hatta öğrencilerin temizlik yapmak zorunda kaldığını raporluyor. Bakanlık, 2026 yılı itibarıyla bu soruna kalıcı bir çözüm bulma sözü verse de, geçici ve güvencesiz istihdam modelleriyle sorunun sürekli hale geldiği görülüyor. Sonuç olarak, Türkiye eğitim sistemi, bir yandan küresel standartlara uyum sağlamaya ve modern bir vizyon çizmeye çalışırken, diğer yandan sahadaki uygulama zorlukları, paydaşlarla yaşanan güven sorunları ve yapısal çelişkilerle boğuşuyor. Reformların başarısı, sadece kağıt üzerindeki parlak hedeflere değil, bu hedeflerin sahadaki gerçekliklerle ne kadar uyumlu bir şekilde, şeffaflık, liyakat ve samimi bir katılımcılıkla hayata geçirileceğine bağlı olacak.