Paul Wolfskehl: Matematiğin Kurtardığı Hayat

Herkesin bir kırılma noktası vardır. Paul Wolfskehl için bu, genç yaşında konan amansız bir hastalık teşhisiydi. Her şeyini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu zeki adam, kendini en karanlık düşüncelerin içinde buldu. Ancak onu intiharın eşiğinden döndüren ne bir dost ne de bir aile ferdi oldu; onu kurtaran, 300 yıllık bir matematik problemiydi. Bu yazı, popüler efsanelerin ötesine geçerek Wolfskehl'in gerçek hikayesini anlatıyor: acı, yalnızlık ve en umutsuz anda bile zihnin ve tutkunun nasıl bir can simidi olabileceğinin öyküsü.

PORTRE

Ozan Ali Arslan

7/25/20258 min read

Paul Wolfskehl: Bir İntiharın Eşiğinden Matematik Tarihinin Zirvesine Uzanan Gerçek Hikaye

Hayat bazen en parlak zihinleri bile en karanlık dehlizlere sürükleyebilir. Öyle anlar vardır ki, tüm kapılar kapanmış, umut tükenmiş ve geriye sadece boşluk kalmış gibi görünür. Peki, böyle bir anda insanı hayata ne bağlayabilir? Bir dostun sıcak bir gülümsemesi, bir ailenin şefkati ya da belki de... üç yüz yıllık bir matematik problemi. Kulağa ne kadar tuhaf gelse de, bu bir efsane değil, Alman matematikçi Paul Wolfskehl'in hayatının ta kendisidir. Bu, karşılıksız bir aşk masalı değil; amansız bir hastalıkla, derin bir yalnızlıkla ve mutsuz bir evlilikle boğuşan bir adamın, sığınağını sayılar teorisinin soyut ama düzenli dünyasında bulmasının gerçek ve dokunaklı öyküsüdür. Gelin, Paul Wolfskehl'in zengin bir ailenin umut vadeden bir ferdiyken nasıl kaderin sarsıcı darbeleriyle karşılaştığını ve mirasını nasıl matematik tarihinin en unutulmaz hikayelerinden birine dönüştürdüğünü adım adım takip edelim.

1856-1875 – Ayrıcalıklı Bir Dünyada Altın Bir Başlangıç

Paul Friedrich Wolfskehl, 30 Haziran 1856'da, Almanya'nın Darmstadt kentinde gözlerini dünyaya açtığında, kader ağlarını onun için en parlak renklerle örmüş gibiydi. Ailesi, şehrin en köklü, en zengin ve en saygın Yahudi ailelerinden biriydi. Babası Joseph Carl, başarılı bir bankacı olarak ailenin finansal imparatorluğunun başındaydı. Annesi Johanna ise Stuttgart'ın önde gelen bir saray bankacısının kızıydı; bu evlilik, ailenin servetini ve sosyal statüsünü perçinlemişti. Wolfskehl ailesinin kökleri, 10. yüzyıla, Kutsal Roma İmparatoru ile birlikte Almanya'ya göç eden bir hahama kadar uzanıyordu. Bu bin yıllık geçmiş, onlara hem Alman kültürüne derin bir entegrasyon hem de sarsılmaz bir kimlik bilinci kazandırmıştı.

Paul, ailenin iki oğlundan küçüğüydü. Ağabeyi Wilhelm, aile geleneğini takip ederek hukuk okumuş ve babalarının vefatının ardından bankanın yönetimini devralmıştı. Paul'e ise farklı bir yol çizme özgürlüğü tanınmıştı. Onun tutkusu bilim ve tıptı. Ailenin sağladığı sınırsız mali olanaklar ve entelektüel açıdan destekleyici ortam, Paul'ün ilgi alanlarının peşinden gitmesi için mükemmel bir zemin hazırlıyordu. O yıllarda hiç kimse, bu finansal güvencenin, gelecekte Paul'ün hayatını altüst edecek bir trajedinin ortasında ona nasıl bir can simidi olacağını ve adını tarihe yazdıracak cömert bir vasiyetin temelini oluşturacağını tahmin edemezdi.

1875-1880 – Tıp Arenasında Parlayan Genç Bir Yıldız

Genç Paul, akademik hayata adım attığında beklentileri boşa çıkarmadı. 1875 ve 1880 yılları arasında, Almanya'nın en saygın üniversiteleri olan Leipzig, Tübingen ve Heidelberg'de tıp eğitimi aldı. Bu dönem, modern tıbbın temellerinin atıldığı, bilimsel keşiflerin birbirini kovaladığı heyecan verici bir çağdı ve Paul, bu entelektüel devrimin tam kalbindeydi. Zekası ve çalışkanlığıyla kısa sürede parladı ve 1880 yılında, Heidelberg Üniversitesi'nden tıp doktoru unvanını alarak mezun oldu.

Parlak bir hekimlik kariyeri önünde uzanıyordu. Bilimsel titizliğinin ve araştırmacı ruhunun ne kadar gelişmiş olduğu, 1882'de saygın bir oftalmoloji dergisinde yayınlanan makalesinden de anlaşılıyordu. Bu makalede, buzağıların ve kedilerin göz bebeklerinin optik özelliklerini karşılaştırıyor, detaylara olan hakimiyetini ve analitik düşünme yeteneğini gözler önüne seriyordu. Genç, zengin, zeki ve yeni mezun bir doktor için hayatın sunabileceği tüm kapılar ardına kadar açıktı. Ancak kaderin onun için bambaşka ve çok daha acımasız bir planı vardı.

1880 – Kaderin Acı Cilvesi: Hayatı Değiştiren Teşhis

Tam da kariyerinin baharındayken, hayatının zirvesine tırmanmaya hazırlanırken, Paul Wolfskehl omuzlarına çöken bir ağırlık hissetmeye başladı. Yorgunluk, denge sorunları ve vücudunun çeşitli yerlerinde hissettiği tuhaf uyuşmalarla kendini gösteren belirtiler, onu bir hekim olarak endişelendiriyordu. Yapılan tetkiklerin ardından, tıp diplomasını aldığı aynı yıl, hayatını sonsuza dek değiştirecek o yıkıcı teşhis kondu: Multipl Skleroz (MS).

O dönemde MS, bugünkünden çok daha korkutucu bir hastalıktı. Tedavisi olmayan, sürekli ilerleyen ve hastayı yavaş yavaş hareket kabiliyetinden mahrum bırakarak en sonunda tam bir felç durumuna getiren acımasız bir yolculuk demekti. Bir hekim olarak Wolfskehl, bu hastalığın seyrinin ne kadar yıkıcı olacağını, onu nelerin beklediğini herkesten daha iyi biliyordu. Doktorluk mesleğini, yani hayatını adadığı tutkusunu uzun vadede sürdürmesi imkansızdı. Önünde uzanan parlak gelecek, bir anda karanlık ve belirsiz bir yola dönüşmüştü. Bu teşhis, onun sadece kariyerini değil, tüm hayatını, hayallerini ve umutlarını elinden alan bir deprem etkisi yarattı. İşte bu trajedinin enkazı altından, onu hayata bağlayacak ve adını ölümsüzleştirecek olan o beklenmedik yol, matematiğin yolu doğacaktı.

1880-1887 – Entelektüel Bir Sığınak Olarak Matematiğe Yöneliş

Fiziksel olarak günden güne eriyeceğini bilen Wolfskehl, zihnini canlı tutabileceği bir sığınak arayışına girdi. Bedenine hapsolmuş olsa bile, aklının özgürce dolaşabileceği bir alan bulmalıydı. Bu alan, mantığın, düzenin ve mutlak doğruların hüküm sürdüğü matematikti. Ailesinin finansal desteği sayesinde geçim kaygısı olmadan kendini tamamen bu yeni disipline adayabilirdi. Bu, onun trajedisinin içindeki en büyük şansıydı.

Tıp diplomasını bir kenara bırakıp yeniden öğrenci oldu. Önce Bonn'da, ardından 1881'de Alman matematiğinin kalesi sayılan Berlin'de derslere girmeye başladı. Burada, hayatının rotasını tamamen değiştirecek bir isimle tanıştı: Ernst Eduard Kummer. Kummer, o dönemde sayılar teorisi alanında yaşayan bir efsaneydi ve Fransız matematikçi Pierre de Fermat'nın 17. yüzyılda ortaya attığı meşhur Son Teorem'i çözme yolunda en büyük adımı atmış kişiydi. Kummer'in dersleri ve çalışmaları, Wolfskehl'i büyüledi. Özellikle Fermat'nın Son Teoremi, onun için bir tutkuya, hatta bir saplantıya dönüştü. Bu problem, xn+yn=zn denkleminin, n 2'den büyük bir tam sayı olduğunda, sıfırdan farklı hiçbir tam sayı çözümü olmadığını iddia ediyordu. Basit görünen ama 300 yıldır kimsenin kanıtlayamadığı bu teorem, Wolfskehl'in zihnini tamamen ele geçirdi. Kummer, sadece bir hoca değil, aynı zamanda Wolfskehl'i Fermat probleminin derinliklerine çeken bir rehber oldu. Bu ilişki, onun matematiği sadece bir kariyer olarak değil, aynı zamanda hastalığının yarattığı boşluğu dolduran bir hayat amacı olarak görmesini sağladı.

1887-1890 – Kısa Süren Akademik Bahar ve Acı Veda

Matematik eğitimini tamamladıktan sonra Wolfskehl, bu yeni tutkusunu akademik bir kariyere dönüştürmeyi denedi. 1887 yılında, memleketi Darmstadt'taki Teknik Yüksek Okulu'nda, sayılar teorisi üzerine yazdığı bir çalışmayla habilitasyonunu tamamladı ve bağımsız bir üniversite hocası (Privatdozent) olma hakkını kazandı. Üç yıl boyunca büyük bir hevesle sayılar teorisi üzerine dersler verdi. Öğrencileriyle bildiklerini paylaşmak, matematiğin güzelliklerini onlara aktarmak, hastalığının yarattığı acıyı bir nebze de olsa dindiriyordu.

Ancak bu akademik bahar çok kısa sürdü. Giderek kötüleşen MS, onu tekerlekli sandalyeye tamamen mahkum etti ve hareket kabiliyetini neredeyse tamamen elinden aldı. 1890 yılında, çok sevdiği derslerini ve akademik kariyerini bırakmak zorunda kaldı. Bu, onun için ikinci büyük yıkımdı. Tıptan sonra matematik de onu profesyonel anlamda terk etmek zorunda kalmıştı. Artık o, evinin duvarları arasına sıkışmış, bedeni tarafından ihanete uğramış ama zihni hala Fermat'nın gizemli dünyasında dolaşan yalnız bir adamdı.

1890-1906 – Yalnızlık, Mücadele ve Tarihi Bir Vasiyet

Hayatının son on altı yılı, Paul Wolfskehl için sessizlik, fiziksel mücadele ve derin bir tefekkür içinde geçti. Artık bir akademisyen değildi, bir hekim değildi; o, zamanının tamamını kütüphanesinde, matematik kitapları arasında geçiren, Fermat'nın Son Teoremi üzerine kafa yoran bir münzeviydi. Hastalığının ilerlemesi ve sürekli bakıma muhtaç hale gelmesi, hayatına yeni ve beklenmedik bir zorluk daha getirdi: evlilik.

1903 yılında, ailesinin de ısrarıyla, kendisine bakması için Susanne Marie Frölich ile evlendi. Ancak bu, bir sevgi birliğinden çok, bir zorunluluk ve çıkar evliliğiydi. Aile çevresinin tanıklıklarına göre, bu evlilik son derece mutsuz geçti. Eşi, Paul'ün hayatının son yıllarını daha da zorlaştıran, geçimsiz ve huysuz bir karakterdi. Bu mutsuzluk, Wolfskehl'in hayatına ve kararlarına dair en önemli ipuçlarından birini barındırır.

İşte bu karanlık dönemde, fiziksel acıların ve ruhsal yalnızlığın ortasında, Wolfskehl hayatının en önemli kararını verdi. Ocak 1905'te, ölümünden sadece bir buçuk yıl önce, vasiyetini yeniden düzenledi. Bu vasiyet, onun hayata karşı son hamlesi, mirasını şekillendirme biçimiydi. Servetinin çok büyük bir kısmını, yani o dönemin parasıyla devasa bir miktar olan 100.000 Alman Markı'nı, Fermat'nın Son Teoremi'ni kanıtlayan ilk kişiye ödül olarak bırakıyordu.

Bu karar, popüler kültürde anlatıldığı gibi romantik bir kalp kırıklığının ya da bir gecelik bir aydınlanmanın ürünü değildi. Bu, yirmi yılı aşkın bir süredir hayatına anlam katan, onu zihinsel olarak ayakta tutan tek şeye, matematiğe duyduğu derin ve sarsılmaz minnettarlığın bir ifadesiydi. Aynı zamanda, servetinin mümkün olan en az kısmını mutsuz bir evlilik sürdürdüğü eşine bırakma ve mirasını çok daha yüce, çok daha kalıcı bir amaca adama arzusunun bir sonucuydu. Wolfskehl, kendi kişisel trajedisini, tüm matematikçiler için bir umut ve meydan okuma anıtına dönüştürüyordu.

13 Eylül 1906 – Bir Mirasın Başlangıcı ve Geleceğe Fısıltı

Paul Wolfskehl, 13 Eylül 1906'da Darmstadt'ta hayata gözlerini yumduğunda, arkasında sadece büyük bir servet değil, aynı zamanda matematik dünyasını sarsacak bir vasiyet bıraktı. Ödül, Göttingen Kraliyet Bilimler Derneği tarafından yönetilecek ve ispatın yayınlanmasından sonraki iki yıllık bir inceleme sürecinin ardından sahibini bulacaktı. Bu haber, dünyanın dört bir yanındaki matematikçiler arasında bir bomba etkisi yarattı. Fermat'nın Son Teoremi, artık sadece akademik bir merak konusu değil, aynı zamanda peşinde koşulacak büyük bir hazineydi.

Paul Wolfskehl'in hikayesi burada sona eriyor, ancak mirası tam da bu noktada başlıyor. Onun vasiyeti, okyanusa bırakılmış bir mesaj şişesi gibiydi. Yıllar boyunca binlerce amatör ve profesyonel matematikçi bu şişeyi yakalamaya çalıştı, ancak hepsi başarısız oldu. Şişe, neredeyse bir asır boyunca dalgaların üzerinde sürüklendi. Ta ki bir gün, İngiltere'de küçük bir kasabanın halk kütüphanesinde, 10 yaşındaki bir çocuğun eline geçene kadar... O çocuk, Wolfskehl'in hikayesinden ve onun ortaya koyduğu ödülden o kadar etkilenecekti ki, bu problemi çözmeyi hayatının amacı haline getirecekti. O çocuğun adı Andrew Wiles'dı. Ama bu, Paul Wolfskehl'in başlattığı hikayenin bir sonraki ve belki de en heyecan verici bölümü. O bambaşka bir yazının konusu...