Liyakat, Özerklik ve Siyaset Kıskacında Türkiye Üniversiteleri: Veriye Dayalı Kapsamlı Bir Analiz
Bu yazı, Türkiye üniversitelerinin "kayyum rektör" atamalarıyla başlayan çok katmanlı krizini inceliyor. Rektörlük seçimlerinin KHK ile tamamen kaldırılması, akademik özerkliği ve liyakat ilkesini temelden sarsarak Boğaziçi gibi kurumlarda uzun soluklu protestolara yol açtı. Yazı, siyasi geçmişi olan rektör atamalarının yaygınlaşmasını, Türkiye'nin akademik özgürlük endeksindeki tarihi düşüşünü, hızlanan beyin göçünü ve en iyi üniversitelerin dahi uluslararası sıralamalarda gerilemesini ele alarak niceliksel büyüme karşısındaki niteliksel erozyonu gözler önüne seriyor.
HABER
Ozan Ali Arslan
7/4/20254 min read
Türkiye'deki üniversiteler, son yıllarda merkezi yönetim atamaları, liyakat tartışmaları ve akademik özerkliğin aşınması iddialarıyla çalkalanan bir kriz sarmalının içinde bulunuyor. Özellikle köklü kurumlarda başlayan ve "kayyum rektör" anlatısıyla sembolleşen öğrenci ve akademisyen protestoları, üniversitelerin yönetim yapısındaki köklü değişimlere dikkat çekiyor. Bu süreç, uluslararası sıralamalardaki düşüş, akademik özgürlüklerdeki gerileme ve hızlanan beyin göçü gibi olgularla birleşerek yükseköğretimin geleceğine dair ciddi endişeleri beraberinde getiriyor.
"Kayyum Rektör" Tartışmaları ve Bitmeyen Protestolar
Üniversitelerdeki gerilimin en somut ve uzun soluklu örneği Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanıyor. Prof. Dr. Melih Bulu'nun Ocak 2021'de Cumhurbaşkanı kararıyla rektör olarak atanmasıyla başlayan direniş, yerine atanan Prof. Dr. Naci İnci döneminde de kesintisiz devam etti. Bu süreçte akademisyenlerin her gün cübbeleriyle rektörlük binasına sırtlarını dönerek gerçekleştirdikleri "nöbet" eylemi, direnişin en istikrarlı pratiği haline geldi. Öğrenciler ise forumlar, alternatif mezuniyet törenleri ve çeşitli gösterilerle tepkilerini dile getirdi. Direnişin en sembolik anlarından biri, Temmuz 2025'teki mezuniyet töreninde yaşandı. Sosyoloji bölümü mezunu Doruk Dörücü, diplomasını yırtarak yönetimi protesto etti ve bu eylemi nedeniyle gözaltına alındı. Atanmış yönetimlerin bu protestolara yanıtı ise direnişe katılan akademisyenler hakkında soruşturmalar açmak, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi'ni fiilen kapatmak ve yeni fakülteler kurmak gibi karşı hamleler oldu. Boğaziçi'nde başlayan bu tepki dalgası, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Hacettepe Üniversitesi gibi diğer köklü kurumlara da yayıldı. ODTÜ'de öğrenciler ve mezunlar, atanmış rektörü mezuniyet törenlerinde sırtlarını dönerek protesto ederken, yönetimin geleneksel Bahar Şenliği gibi kültürel etkinlikleri kısıtlama girişimleri ciddi gerilimlere yol açtı.
Rektörlük Seçimlerinden Tek Kişilik Atamaya: Sistemin Hukuki Serüveni
Günümüzdeki tartışmaların temelinde, rektör belirleme yönteminin tarihsel evrimi yatıyor. Türkiye'de 1946'dan 1981'e kadar rektörler, doğrudan üniversitelerin profesörler kurulları tarafından seçimle belirleniyordu. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ile bu seçimler tamamen kaldırıldı ve merkezi atama sistemine geçildi. 1992 yılında geri getirilen "hibrit model" ile üniversitelerde öğretim üyeleri seçim yapıyor, YÖK bu adaylar arasından üçünü Cumhurbaşkanı'na sunuyor ve Cumhurbaşkanı bu üç isimden birini atıyordu. Bu sistem, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde, 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile tamamen kaldırıldı. 2018'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişle birlikte çıkarılan 703 sayılı KHK ise YÖK'ün aday önerme rolünü de ortadan kaldırarak rektör atama yetkisini doğrudan ve tek başına Cumhurbaşkanı'na verdi. Bu düzenleme, Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından Haziran 2024'te usul yönünden iptal edilse de, iktidar bu karara KHK'daki yetkiyi aynen yasalaştıran bir "torba yasa" teklifiyle yanıt verdi.
Siyaset ve Liyakat Dengesi Sorgulanıyor
Rektör atama yetkisinin merkezileşmesi, atamalarda liyakat yerine siyasi geçmişin ön plana çıktığı eleştirilerini de beraberinde getirdi. Boğaziçi Üniversitesi'ne atanan ilk rektör Prof. Dr. Melih Bulu'nun AK Parti'de ilçe teşkilatı kuruculuğu ve milletvekili aday adaylığı gibi aktif siyasi bir geçmişe sahip olması, bu tartışmaları alevlendirdi. Benzer şekilde, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü'ne eski Sağlık Bakanlığı müsteşarı ve uzun yıllar AK Parti milletvekilliği yapmış Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın, Dokuz Eylül Üniversitesi'ne ise eski AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Nükhet Hotar'ın atanması, rektörlük makamının akademik bir liderlikten ziyade siyasi bir temsilciliğe dönüştüğü yorumlarına yol açtı. Liyakat sorununun sadece rektör atamalarıyla sınırlı olmadığı, Sayıştay raporlarına yansıyan bulgularla da destekleniyor. Raporlar, çok sayıda üniversitede "kişiye özel kadro" ilanları açıldığını, görevde yükselme sınavına tabi kadrolara sınavsız atamalar yapıldığını ve öğretim üyelerinin kendi uzmanlık alanıyla ilgisiz fakültelere dekan olarak atandığını ortaya koyuyor.
Nicelik Artarken Nitelik Tehlikede: Sıralamalar, Özgürlük ve Beyin Göçü
Türkiye yükseköğretim sistemi, son yirmi yılda "her ile bir üniversite" politikasıyla büyük bir niceliksel büyüme yaşadı. Üniversite sayısı 76'dan 208'e, öğrenci sayısı ise 1,6 milyondan yaklaşık 7 milyona yükseldi. Ancak bu büyümenin niteliğe yansımadığı, uluslararası göstergelerle ortaya çıkıyor. Dünyanın en prestijli sıralamalarından Times Higher Education (THE) verilerine göre, 2015'te dünyanın en iyi 85. üniversitesi olan ODTÜ, 2025'te 351-400 bandına geriledi. Benzer şekilde Boğaziçi Üniversitesi de üst sıralardaki yerini kaybetti. Bu düşüşü tetikleyen en önemli faktörlerden biri olarak akademik özgürlüklerdeki erozyon gösteriliyor. İsveç merkezli V-Dem Enstitüsü'nün 2023 Akademik Özgürlük Endeksi'ne göre Türkiye, 179 ülke arasında 166. sıraya gerileyerek Çin, Suudi Arabistan ve Kuzey Kore gibi ülkelerle birlikte en kötü yüzde onluk dilimde yer aldı. Özgürlüklerin ve liyakate dayalı ortamın aşınması, nitelikli akademisyenlerin ülkeyi terk ettiği bir beyin göçünü tetikliyor. Yapılan araştırmalar, yaklaşık 12 bin Türk akademisyenin kariyerine yurt dışında devam ettiğini ve Türkiye'den ayrılanların genellikle en verimli akademisyenler olduğunu gösteriyor.
Bu veriler, Türkiye üniversitelerinin yönetim krizinden liyakatsizliğe, özgürlük kaybından beyin göçüne ve kalite düşüşüne uzanan çok katmanlı ve birbiriyle bağlantılı bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Uzmanlar, bu kısır döngünün kırılması için üniversite özerkliğinin anayasal güvence altına alındığı, rektörlerin yeniden seçimle belirlendiği ve liyakatin tek kriter olduğu köklü bir reforma ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.