LGS Sonrası: Biten Bir Sınav mı, Başlayan Bir Hayat mı?

LGS sınavının ardından öğrenciler ve aileleri için bu sürecin sona erdiği yanılgısına kapılmak mümkündür. Ancak, bu yazıda LGS'nin sadece bir başlangıç olduğunu ve gelecekteki akademik ve kişisel başarılar için nasıl bir dönüm noktası teşkil ettiğini ele alıyorum. Sınav sonrası dönemin değerlendirilmesi, hedef belirleme ve motivasyonun sürdürülebilmesi için ipuçları sunarak, öğrencilerin ve ailelerin bu süreci verimli bir şekilde nasıl yöneteceklerine dair rehberlik sağlıyorum.

BLOG

Ozan Ali Arslan

6/2/20245 min read

Her yıl bu zamanlar, milyonlarca evde benzer bir senaryo yaşanır. Aylarca süren yoğun temponun, uykusuz gecelerin ve çözülen binlerce sorunun ardından gelen o büyük gün geride kalmıştır. Liselere Geçiş Sistemi (LGS) bitmiştir. Kimi evlerde bir zafer havası, kimilerinde ise derin bir sessizlik ve hayal kırıklığı hakimdir. Peki, bu sınav gerçekten bir hayatın sonu ya da zaferi mi? "Nitelikli" bir lisenin kapısından girmek, gelecekteki tüm kapıları sonuna kadar açar mı? Ya da o kapıdan girememek, tüm hayallerin sonu anlamına mı gelir? Toplum olarak bir "ayrıştırma mekanizması" haline getirdiğimiz bu sınavın ardından, hem öğrenciler hem de aileler için aslında yepyeni bir yolculuk başlıyor. Bu yolculuğun şifrelerini, istatistiklerin soğuk yüzünü ve madalyonun görünmeyen tarafını birlikte aralayalım.

"Nitelikli Lise" Etiketinin Büyüsü ve Gerçek Bedeli

LGS sonuçları açıklandığında ilk bakılan şey, şüphesiz "nitelikli" olarak adlandırılan Fen, Sosyal Bilimler ve proje okullarına yetecek bir puana ulaşılıp ulaşılmadığıdır. Bu okulların vaadi büyüktür: daha iyi bir eğitim, daha parlak bir gelecek ve prestijli bir üniversiteye giden en kısa yol. İstatistikler bu algıyı destekler nitelikte. Rakamlar, bir Fen Lisesi mezununun dört yıllık bir lisans programına yerleşme oranının yüzde seksenleri aştığını gösterirken, bu oranın genel bir Anadolu Lisesi için yüzde otuz yedi seviyelerine kadar düştüğünü ortaya koyuyor. Aradaki bu devasa fark, ailelerin ve öğrencilerin neden bu okullar için adeta bir ölüm kalım mücadelesi verdiğini net bir şekilde açıklıyor.

Ancak bu parlak madalyonun bir de görünmeyen, karanlık bir yüzü var. Kendi ortaokulunun en başarılı öğrencisi olarak bu liselere adım atan bir genç, bir anda kendisi gibi onlarca başarılı akranıyla aynı sınıfta bulur kendini. Bu durum, kaçınılmaz olarak yoğun bir akademik baskı ve bitmek bilmeyen bir rekabeti beraberinde getirir. Daha düne kadar okulun yıldızı olan öğrenci, bir anda "Acaba ben buraya ait miyim?" sorusunu sormaya başlayabilir. Psikolojide buna "Imposter Sendromu" deniyor. Kişi, elde ettiği başarıları hak etmediğine, şans eseri orada olduğuna inanır ve her an yetersizliğinin ortaya çıkacağı korkusuyla yaşar. Bu, sürekli bir onay arayışı ve aşırı mükemmeliyetçilikle birleştiğinde, öğrenciyi "akademik tükenmişlik" denen bir çöküşün eşiğine getirebilir. Motivasyon kaybı, sürekli yorgunluk, konsantrasyon güçlüğü ve umutsuzluk hissi, bu yoğun beklenti ortamının en acı meyveleridir. Yani evet, nitelikli lise istatistiksel bir avantaj sunar, ancak bu avantajı kullanabilmek, rehavete kapılmadan ve en önemlisi zihinsel sağlığı koruyarak yeni ve daha karmaşık bir mücadeleye hazır olmayı gerektirir.

Alternatif Rotalar: "Meslek Lisesinden Bir Şey Olmaz" Efsanesinin Çöküşü

Peki, LGS'de hedeflenen puana ulaşılamadıysa? Her şey bitti mi? Toplumun önemli bir kesiminin zihnindeki "başarısızlık" damgası, öğrencinin geleceğini gerçekten mühürlüyor mu? Kesinlikle hayır. Bu nokta bir son değil, farklı stratejiler ve daha fazla bireysel çaba gerektiren yeni bir yolun başlangıcıdır. Özellikle Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri (MTAL), toplumdaki olumsuz algının aksine, öğrencilere "çift kanatlı" bir kariyer fırsatı sunar. Bu okullar, bir yandan mezunlarına doğrudan iş hayatına atılmalarını sağlayacak bir "teknisyen" unvanı ve kendi iş yerini açma yetkisi verirken, diğer yandan üniversite kapısını sonuna kadar açık tutar.

Hatta YKS'de kendi alanlarıyla ilgili iki yıllık meslek yüksekokullarını tercih ettiklerinde, standart okul puanına ek olarak aldıkları "ek puan" ile on binlerce rakibinin önüne geçme avantajı yakalarlar. "Meslek lisesinden bir şey olmaz" şeklindeki o köhne ve yanlış algıyı yerle bir eden sayısız başarı hikayesi var. Bir meslek lisesi mezununun ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği gibi Türkiye'nin en zirve bölümlerinden birini kazanması, bir başkasının ODTÜ Matematik Öğretmenliği'ne yerleşmesi, okul etiketinin bir kader olmadığını, bireysel azim ve doğru stratejinin her kapıyı açabileceğini en net şekilde kanıtlıyor. Benzer şekilde, adrese dayalı veya daha düşük puanlarla öğrenci alan Anadolu Liselerinden de Türkiye dereceleri çıkabiliyor. Geçtiğimiz yıl YKS birincilerinden birinin bir devlet Anadolu Lisesi'nden çıkması, başarının okulun duvarları arasında değil, öğrencinin kendi zihninde ve çalışma disiplininde inşa edildiğinin en somut örneğidir.

Başarının Anahtarı: Kontrolü Ele Almak ve Destek Sistemlerini Kullanmak

Nitelikli bir lisede okumayan bir öğrenci için YKS yolculuğunda başarının sırrı, proaktif olmaktan geçiyor. Temel eksiklerini, özellikle birikimli ilerleyen matematik ve fen gibi derslerdeki boşlukları kapatmak ilk adımdır. Bu yolda öğrenciler yalnız da değiller. Hem Milli Eğitim Bakanlığı'nın okullarda ücretsiz olarak sunduğu Destekleme ve Yetiştirme Kursları (DYK) hem de birçok belediyenin özel dershaneleri aratmayan kalitede ve yüksek başarı oranlarına sahip ücretsiz YKS hazırlık merkezleri, ekonomik imkanı kısıtlı öğrenciler için paha biçilmez birer fırsat eşitliği kaynağıdır. Bu kurslar, okul müfredatının yetiştirilme kaygısı olmadan, doğrudan sınav odaklı konu tekrarı ve soru çözümü yapma imkanı tanır. Başarı, okulun sunduğu imkanlardan çok, öğrencinin bu ve benzeri kaynakları ne kadar verimli kullandığına, kendi motivasyonunu ne kadar canlı tuttuğuna ve ne kadar disiplinli çalıştığına bağlıdır.

Ailelere Düşen En Kritik Rol: Yargılamadan Dinlemek, Kıyaslamadan Sevmek

Bu zorlu sürecin en sessiz ama en önemli kahramanları ise ailelerdir. Çocuğun akademik başarısı kadar, hatta belki daha da fazla, evde bulduğu psikolojik destek önemlidir. Sınav sonucu ne olursa olsun, ailenin tutumu çocuğun özgüveni ve gelecekteki motivasyonu üzerinde derin izler bırakır. Uzmanların ortak görüşü net: Sınav bittiğinde, o klasik "Sınavın nasıl geçti?" sorusu yerine, çocuğun duygusal durumuna odaklanan "Kendini nasıl hissediyorsun?" sorusunu sormak gerekiyor. Ailenin görevi yargılamak değil, dinlemektir. Çocuğun hayal kırıklığını, öfkesini veya üzüntüsünü ifade etmesine izin vermek ve her koşulda, sonuç ne olursa olsun onun yanında olduğunu hissettirmek, en büyük hediyedir.

Çocuğu akranlarıyla, komşunun oğluyla veya kuzeniyle kıyaslamak, yapılabilecek en büyük hatalardan biridir. Her çocuk biriciktir ve kendi yolculuğu farklıdır. Aynı hata, çocuğu "başarılı" olan aileler için de geçerlidir. Çocuğun nitelikli bir liseye girmesi, aileye sürekli onun derslerini kontrol etme, programına karışma veya beklentileri daha da yükseltme hakkı vermez. Bu durum, sevgiyi başarıya endeksli bir hale getirir ve çocukta "Başarılı olursam sevilirim, olmazsam değersizim" algısını yaratır. Bu, bir gencin omuzlarına yüklenebilecek en ağır yüktür. Ailenin rolü, otoriter bir yönetici değil, çocuğunun bireyselliğine saygı duyan, ona yol gösteren ama kararlarına saygı duyan "yetkin" bir rehber olmaktır.

Son Söz: Hayat, Sınav Sonuç Belgesinden Büyüktür

Günün sonunda, LGS etrafında dönen tüm bu fırtına, hayat denilen uzun yolculuğun sadece bir durağıdır. LGS, bir son değildir. Bir öğrencinin potansiyelini, karakterini, yaratıcılığını veya gelecekteki mutluluğunu ölçen nihai bir gösterge hiç değildir. Türkiye'nin ve dünyanın en başarılı şirketlerinin yöneticilerinin, girişimcilerinin lise geçmişlerine bakıldığında, tek bir okul türünden değil, ülkenin dört bir yanındaki farklı liselerden mezun oldukları görülür. Bu, bize lise diplomasının bir nedensellikten çok, bir ilişki barındırdığını gösterir. Evet, iyi bir lise iyi bir üniversiteye giden yolu kolaylaştırabilir, ancak nihai başarıyı belirleyen; kişisel azim, sosyal beceriler, uyum yeteneği, problem çözme kabiliyeti ve hiç bitmeyen öğrenme arzusudur.

Nitelikli bir liseye girmek, istatistiksel bir avantajla birlikte psikolojik zorluklar getiren bir yoldur. Girememek ise bir başarısızlık değil, bireysel sorumluluk ve azim gerektiren farklı bir başlangıçtır. Her iki yol da doğru stratejiler ve destekleyici bir çevre ile donatıldığında, topluma değerli ve mutlu bireyler kazandırabilir. Unutmayalım ki, yolculuğun kendisi, çoğu zaman varış noktasından çok daha değerlidir.