Türkiye'nin Kırık Liyakat Aynası: Sınav Skandalları, Çalınan Hayaller ve Sarsılan Güven
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Bütün sınavlarda güvenliğin en üst düzeyde sağlanması bizim olmazsa olmazımızdır" sözleriyle güvence verdiği sınav sistemi, on yıllardır süregelen skandallar, sistematik usulsüzlükler ve milyonlarca insanın hayatını etkileyen güven krizleriyle sarsılıyor. Kamu Personel Seçme Sınavı'ndan (KPSS) askeri okullara, polis akademisinden hakimlik sınavlarına kadar uzanan ve devletin en kritik kurumlarını hedef alan organize usulsüzlükler, liyakat ilkesini temelinden zedelerken, geride çalınmış hayaller ve onarılamayan bir güvensizlik mirası bıraktı.
Milat: 2010 KPSS ve Devletin Ele Geçirilmesi Operasyonu
Türkiye'nin sınav güvenliği tarihindeki en büyük kırılma, 2010 KPSS ile yaşandı. Sınav sonuçları açıklandığında ortaya çıkan istatistiksel anormallikler, büyük bir skandalın ilk işaretiydi. Eğitim Bilimleri testinde 350 adayın 120 sorunun tamamını doğru yanıtlaması, önceki yıllarda tek haneli rakamlarla ifade edilen bu başarının tesadüf olmadığını gösteriyordu. Soruşturmalar derinleştikçe, olayın basit bir kopya skandalı değil, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) devleti ele geçirmek için yürüttüğü organize bir operasyon olduğu ortaya çıktı. Örgütün ÖSYM içindeki mensupları tarafından sızdırılan sorular, Ankara'daki "mahrem" evlerde örgüte sadık adaylara ezberletilmişti. Yüksek puan alan adaylar arasında çok sayıda karı-koca, akraba ve birbiriyle telefon irtibatı olan kişinin bulunması, komplonun boyutunu gözler önüne serdi.
Yıllar süren hukuki süreç sonunda, aralarında ÖSYM çalışanlarının da bulunduğu binlerce sanık, "silahlı terör örgütüne üye olmak", "resmi belgede sahtecilik" ve "kamu kurumlarının zararına dolandırıcılık" gibi suçlardan ağır hapis ve para cezalarına çarptırıldı. Skandalın ardından dönemin ÖSYM Başkanı Ali Demir görevden alınırken, sınavın Eğitim Bilimleri ile Genel Yetenek ve Genel Kültür bölümleri iptal edildi. Ancak bu hukuki hesaplaşma, siyasi konjonktürün gölgesinde kalacaktı. Skandalın patlak verdiği 2010'da delillerin varlığına rağmen soruşturmaların yavaş ilerlemesi, ancak 2013 sonrası siyasi iklimin değişmesiyle hızlanması, adaletin zamanlamasının siyasi dinamiklerden nasıl etkilendiğini gösterdi.
Sadece KPSS Değil: Polis, Asker ve Yargıya Sistematik Sızma
FETÖ'nün sızma operasyonunun sadece sivil kadrolarla sınırlı kalmadığı, devletin silahlı ve adli gücünü oluşturan kurumlara yönelik de sistematik bir şekilde yürütüldüğü sonraki yıllarda anlaşıldı. Bu durum, meselenin bir eğitim sorunundan öte, bir ulusal güvenlik krizi olduğunu ortaya koydu. Yapılan itiraflar ve soruşturmalar, örgütün 1985 gibi erken bir tarihte bile askeri lise sınav sorularını çalarak kendi mensuplarına verdiğini gösterdi. 2009'dan 2015'e kadar Jandarma Astsubaylık (JANA), Askeri Lise Sınavları (ALS) ve Harp Okulu gibi çok sayıda kritik sınavın sorularının çalındığı tespit edildi ve yüzlerce şüpheli hakkında davalar açıldı.
Benzer bir sızma operasyonu, emniyet teşkilatında da yaşandı. 2009 Polis Koleji Sınavı ve 2012 Polis Akademisi Giriş Sınavı gibi sınavlarda soruların sızdırıldığı iddialarıyla onlarca sanık yargılandı. Hatta Polis Meslek Yüksek Okulları (PMYO) sınav sorularının çalındığına dair suç duyurusunda bulunan bir adayın telefonunun, FETÖ bağlantılı polislerce usulsüz dinlendiği ortaya çıktı. Örgütün hedefinde yargı da vardı. 2012'de yapılan Avukatlar İçin Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı sınav sorularının da sızdırıldığı iddiasıyla, aralarında hakim ve savcı adaylarının da bulunduğu 82 sanık hakkında dava açıldı.
En Ağır Bedel: Mağdurların Çalınan Hayalleri ve Sonuçsuz Adalet Arayışı
Skandalların istatistiksel ve hukuki boyutlarının arkasında, hayatları altüst olan on binlerce insanın dramı yatıyor. 2010 KPSS'de yüksek net yapmalarına rağmen, kitlesel kopya nedeniyle şişirilen puanlar yüzünden atanamayan binlerce aday, yıllardır süren bir adalet mücadelesi veriyor. 100 net yapmasına rağmen atanamadığı için Antalya'da balıkçılık yapmak zorunda kalan matematik öğretmeni, mühendislik diplomasıyla özel bir kurumda engelli çocuklara spor eğitmenliği yapan bir başka mağdur ve "Eğer sorular çalınmasaydı bugün evlenmiş, çocuğu olan biri olacaktım" diyen adaylar, çalınan hayallerin sadece birer rakamdan ibaret olmadığını gösteriyor. Hamileliği sırasında yaşadığı stres nedeniyle erken doğum yapan ve çocuğu engelli olarak dünyaya gelen bir annenin "Bu sınav benim de oğlumun da hayatını çaldı" feryadı, trajedinin boyutunu özetliyor.
Mağdurlar, puanlarının yeniden hesaplanması ve hak ettikleri kadrolara atanma talebiyle yıllarca hukuk mücadelesi verdi. Ancak idari mahkemeler, sınavın tümden iptal edildiği gerekçesiyle bireysel hak taleplerini reddederek onları Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne uzanan yıpratıcı bir yola mahkum etti. Devletin, gelecekteki usulsüzlükler için "emsal" oluşturma korkusuyla bu haklı taleplere sessiz kalması, sistemin cezalandırabildiğini ancak onaramadığını acı bir şekilde kanıtladı.
Déjà Vu Hissi: 2022 KPSS ve LGS Krizleriyle Tekrarlanan Kabus
2010'dan çıkarıldığı varsayılan derslere rağmen sınav güvenliği krizleri bitmedi. 2022 KPSS'de, bir yayınevinin deneme sınavlarındaki soruların bir kısmının gerçek sınavla neredeyse birebir aynı çıkması, kamuoyunda bir "déjà vu" etkisi yarattı. Hükümetin tepkisi bu kez hızlı ve kararlı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla Devlet Denetleme Kurulu (DDK) devreye girdi, ÖSYM Başkanı Halis Aygün saatler içinde görevden alındı ve sınav iptal edildi. Yayınevine baskınlar düzenlendi, soruşturma başlatıldı ancak aradan geçen zamana rağmen kamuoyuna yansıyan net bir sonuç olmadı.
Liselere Geçiş Sistemi (LGS) de kendi krizleriyle gündeme geldi. 2025'te Bursa'da bir salonda öğrencilere yanlış kitapçık dağıtılması gibi lojistik hatalar, sistemin kötü niyet olmaksızın da çökebileceğini gösterdi. Aynı yıl yapılan sınav sonrası, rekor sayıda (719) öğrencinin tam puan alması ve sınav sırasında soruların WhatsApp'ta paylaşıldığı iddiaları yeni bir şaibe tartışması başlattı. Ancak bu kez Milli Eğitim Bakanlığı, iddiaları "külliyen yalan" olarak nitelendirip suç duyurusunda bulunarak savunmacı bir tavır sergiledi. Bu farklı tepkiler, devletin skandallar karşısında duruma göre değişen kriz yönetimi senaryoları olduğunu gösterdi.
Hesap Verebilirlik Nerede? Görevden Almalar ve Yetersiz Kalan Hukuk
Yaşanan her kriz sonrası, genellikle en üst düzey bir yetkilinin görevden alınmasıyla kamuoyunun öfkesi yatıştırılmaya çalışıldı. Ancak bu "günah keçisi" ilan etme pratiği, sistemdeki temel sorunları çözmeye yetmedi. Doğrudan Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olan Devlet Denetleme Kurulu, soruşturmaları tetikleyen ana mekanizma olsa da, eylemlerinin ve raporlarının zamanlamasının siyasi iradeye bağlı olması, tam bağımsız bir denetim organı olmasının önünde bir engel teşkil ediyor. Bireyler için açılan hukuk yolları ise tekil ve teknik hataları düzeltmeye yönelik olup, 2010 mağdurlarının yaşadığı gibi sistemik ve kitlesel mağduriyetler karşısında etkisiz kalıyor.
Sonuç olarak, Türkiye'nin sınav güvenliği meselesi, teknik bir problemden çok, liyakat ilkesine ve devlet kurumlarına yönelik derin bir güven krizidir. Yıllardır tekrarlanan skandallar, sadece bireylerin geleceğini çalmakla kalmamış, aynı zamanda devlet ile vatandaş arasındaki en temel güven bağını da koparmıştır. Bu güveni yeniden inşa etmek, daha fazla güvenlik önlemi veya daha katı kurallarla değil, ancak radikal bir şeffaflık, siyasi iradeden bağımsız bir denetim ve mağdurların haklarını gerçekten iade eden adil bir telafi mekanizmasıyla mümkün olabilir.